Lisede fransızca eğitim veren bir okula gidip gitmemiş olmanız o kadar önemli değil. Edebiyata merakınız varsa ve kitap okuyorsanız Fransız Edebiyatı dendiğinde, aklınıza gelecek olan yazarlar (ve eserler) La Fontaine (fabller), Honoré de Balzac (Vadideki Zambak ve Goriot Baba), Victor Hugo (Sefiller), Alexandre Dumas(Monte Kristo Kontu, Üç Silahşörler) Gustave Flaubert (Madame Bauvary), Emile Zola (Germinal, Nana), Albert Camus (Yabancı), Marcel Proust (Kayıp Zamanın İzinde), Jean Paul Sartre (Sözcükler), Chateaubriand ( Mezar ötesinden Hatıralar) ve burada bahsetmediğimiz daha nice yazar ve eserler olacaktır. Fransız Edebiyatı veya başka bir şekilde ifade edicek olursak “Fransız Edebiyatı Klasikleri” dünyanın her yerinde okunan, okutulan eserlerdir. Ayrıca bu eserler muhtemelen yayınevi ve matbaası olan her ülkede, her dile çevirilmiştir.
Edebiyat muhtemelen Fransa’nın en iyi ihracat ürünlerinden biri. Sadece ülkemizde bile her sene pek çok fransız romanı dilimize çeviriliyor.
Günümüzde Marc Lévy, Jean-Marie Gustave Le Clézio, 2014 yılında Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Patrick Modiano sadece Fransa’da değil tüm dünyada ilgiyle okunan yazarlar. Bunlara Jean Christophe Grangé’yi de ekleyebiliriz. Ancak Michle Houellebecq’in modern fransız edebiyatında yeri apayrı. Hakkında en çok tartışılan, kitapları hem çok satan hem bazı eleştirmenlerin çok beğendiği, beğenen ve beğenmeyen eleştirmenlerin birbiriyle fena kapıştığı bir yazar Michel Houellebecq.
Yazarın son romanı “Serotonine” bu yılın ilk günlerinde basıldı. Kitaba ilgi büyük, kimileri ustanın en büyük romanı olarak nitelendiriyor, kimileri ise “nerede o eski Houellebecq romanları?!” şeklinde eleştiriyor. Eleştirmenler yazarın kendisini mi yoksa maço, homofobik ve sosyopat Florent-Claude Labrouste’e mi kızıyorlar orası belli değil.
Serotonin son derece güçlü bir roman. Batı medeniyetini, daha doğrusu batı medeniyetinin çöküşünü, modern insanın yalnızlığı, çaresizliği, belki biraz maneviyat eksikliği çok iyi anlatılmış. Serotonin romanı yıllar sonra klasikler arasına girebilecek bir kitap. Sayfalar ilerledikçe romanın ana karakterine hem üzülüyorsunuz, hem kızıyorsunuz bir diğer yandan da zır deli olduğunu düşünüyorsunuz tıpkı romanın yazarı Michel Houellebecq için fransız okurların ve eleştirmenlerin hissetiği gibi.
Romanın baş karakteri, aynı zamanda hikayeyi anlatan Florent-Claude Labrouste 46 yaşında. Mercedes G350 TS’si var, Coca-Cola zero içiyor ve vegan olmadığını sık sık şarküteri mamülleri yiyor olmasından anlıyoruz. Alkole çok düşkün ancak ciddi bir alkol sorunun var mı yok mu onu anlamakta güçlük çekiyoruz. Otel odalarına yerleştiğinde minibardaki içkileri anaında götürüyor gerçi. Sigaraya gelince ağır bağımlı olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi otel odalarındaki duman detektörlerini devre dışı bırakmakta uzmanlaşmış sigara içilebilen oda bulamadığında. Hayattan ve insanlardan bezmiş, bıkmış bir adam Florent-Claude Labrouste. Maddi bir sıkıntısı yok kendisinin, bankada 700.000 avrosu var. Bu da onun bundan sonra çalışmasa bile çalışmak zorunda olmadığını gösteriyor. Zaten o da bunu yapıyor, bol kazançlı işinden ayrılıyor. Ayrılırken patronuna çok daha şişkin bir maaşlı iş bulduğunu söylemeyi tercih ediyor. Sonrasında yolculuk başlıyor.
“Serotonine” romanını bir “yol” romanı olarak tanımlayabiliriz. İspanya’nın yazlık tatil beldelerini geziyoruz romanın başkahramanı ile birlikte. Fransız turistler, görgüsüz hollandalı turistler, tek başına seyahat eden turistler. Yolda karşılaştığı andan itibaren kahramanın aklından çıkaramadığı ispanyol çıtır. Sonra Fransa’ya dönüyoruz. Yollar, köyler, kasabalar. Niort şehrinin çok çirkin bir şehir olduğunu öğreniyoruz*. Paris’e döndüğünde hayatı ile ilgili son derece radikal karalar alıyor Florent-Claude Labrouste, şansına Paris’in bazı semtlerinde halen sigara içilen odaları olan oteller bulunuyor.
Florent-Claude Labrouste’un üniversite yıllarında ve hayata yeni mezun olarak atıldığı dönemlerde “mutlu” olduğunu öğreniyoruz, oysa şimdi mutsuz olmamak için serotonin içeren “captorix” ilacını kullanmak zorunda. Yaşadığı ülke Fransa gibi son derece mutsuz Florent-Claude Labrouste. Gençlik yıllarındaki arkadaşlarını düşünüyor ve bazıları ile iletişime bile geçiyor.
Mercedes’ine atlıyor ve bizde onunla birlikte Fransa yollarına düşüyoruz. Kendisini Paris’e bağlayan hiçbir şey olmadığından kahramanımız rahatça gezebiliyor. Paris’e dönmesini gerektirecek tek şey kendisine Captorix reçetesi yazacak olan çılgın doktorun Paris’te olması. (Romanın belkide en enteresan karakteri bu doktor). Captorix Serotonin içeriyor ve bu ilaç sayesinde Florent “tamamen dibe vurmaktan” kendini korumuş oluyor. Bu ilaç libidosunu olumsuz etkiliyor ama görünen o ki Florent bu bedeli ödemeyi kabullenmiş.
Florent-Claude Labrouste gezdikçe sıkıntı çeken ve depresyonda olanın sadece kendisi olmadığını tüm ülkenin yoğun bir sıkıntı çektiğini, fransız vatandaşlarının kendi ülkelerinde mutlu olmadığını, olamadığını görüyoruz. Çiftçilerin, hayvancılıkla uğraşanların, süt üreticilerinin Avrupa Birliği kararlarıyla nasıl sıkıntı yaşadıklarına, kendi kaderlerine terk edildiklerine, çok öfkeli olduklarına ve hatta bu öfkenin her an toplumsal bir patlamaya dönüşebileceğine şahit oluyorsunuz.
Özellikle türk okuyucunun gözüyle bakarsak, Avrupa Birliği üyesi olmanın hiçde matah bir şey olmadığını düşünüyorsunuz o bölümleri okurken.
Michel Houellebecq’in romanı gücünüde bundan alıyor zaten. Fransa’da 4 Ocak 2019 tarihinde kitapçılarda yerini alan “Serotonine” kitabı toplumun bir kesiminin hatta birçok kesiminin memnuniyetsizliğini, öfkesini öngörüyor.
2018 Kasım ayında Fransa’da akaryakıt zammı, akaryakıta ek vergi getirilmesi “gilets jaunes” yani “sarı yelekliler” adı altında bir halk hareketinin ortaya çıkmasına neden oldu.
İlk olarak 17 Kasım Cumartesi gerçekleşen ve akaryatı fiyatlarına ek vergi gelmesini protesto amaçlı ve sosyal medyada planlanan ve başlatılan bu hareketin bu kadar büyüyeceğini, bu kadar ses getireceğini ve en önemlisi birbirinden çok farklı politik görüş sahibi insanları bir araya getireceğini belkide Michel Houellebecq haricinde kimse tahmin etmemişti.
Günümüz Fransa’sını iyi anlatan ve yüzyıllar sonra bile dönemimizin modern insanının varoluşçu sıkıntılarına değinen, gelecekte “Klasikler” arasında yerini alabilecek bir kitap Serotonine.
Serotonine bizi Fransa’da bir yolculuğa çıkarıyor, bu yolculuğun kahramanımızı nereye götüreceğini kestirebilmek mümkün değil, ancak bu başlayan yolculuk beklide sonun başlangıcı.