İster bir tatil beldesinde, ister kendi yazlığınızda, ister İstanbul’da olun, bir pazar günü, bir yerlere yetişme kaygısı olmaksızın, donatılmış ve en az öğlene kadar sürecek kahvaltı sofrasına eşlik eden gazeteler ve pazar ekleri pek çok insan için pazar keyfi’nin vazgeçilmezlerindendir.
İşte tam da bu kapsamda, sıkıcı politik ve türk fubolu gündemi yazılarına göz gezdirdikten sonra Cumhuriyet Gazetesinin pazar ekinde Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter’in, İstanbul’dan ayrılmadan önce “İstanbul’a veda” başlığı altında Mine Esen’e vermiş olduğu röportaj dikkatimi çekti.
Kuşkusuz daha farklı bir veda hayal etmişti Sayın Konsolos, kimbilir Nuru Ziya Sokak’taki Fransız Sarayında bir veda partisi verebilirdi, en azından Fransız Ulusal Bayramı 14 Temmuz’da verilen kokteylde bir veda konuşması yapmak isterdi. Covid-19 pandemi koşullarında bunların hiçbiri mümkün olmadı. İstanbul’ a sessiz sedasız veda ediyor Sayın Konsolos tayin olduğu Londra’ya gitmeden önce.
Kendisini tanımış biri olarak pazar keyfi yaparken okuduğum röportajın ardından bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu yazıyı sadece kişisel bir teşekkür yazısı olarak değil, Hutopia sitesinin konseptine uygun olarak, uluslararası ilişkiler alanında eğitim alıp, Dışişleri Bakanlığında hariciyeci kariyeri yapmak isteyen gençlere ilham vermesi adına yazdığımı belirtmek isterim.
Sayın Bertrand Buchwalter’in mükemmel bir türkçesi olduğunu söylemek isterim öncelikle, kuşkusuz çok iyi türkçe bilen ilk Başkonsolos değildi, ancak türkçesi dinlediğinizde kendisinin Orhan Boran ve Halit Kıvanç’tan özel ders aldığını düşünebilirsiniz. Fransız Sarayı’nda gerçekleşen edebiyat ödül törenlerinde, ödül alan yazara ödülünü takdim etmeden önce yaptığı konuşmalarda, kitabın harika bir özetini çıkarır ve kiaptan bazı pasajları (türkçe olarak) okurdu.
Türkçe’yi çok iyi konuşuyor olması, güler yüzlü olması, eşinin Türk olması, bir “Türk dostu” olması kuşkusuz kendisi hakkında son derece sempatik bir algı oluşturuyordu ancak benim esas bahsetmek istediğim tam olarak bu özellikleri değil. Sayın Bertrand Buchwalter karşılaştığı herkese karşı son derece saygılı ve nazik davranmaya büyük özen gösterdi. Herkese aynı göz hizasından bakmayı prensip edinmişti. Bireysel görüşmelerde herkese, 7’den 77’ye sevecen davrandı, karşılaştığı herkesin elini sıktı, herkes ile göz teması kurdu. Bazen absürd denebilecek talep ve görüşler karşısında bile son derece sabırlı idi.
Ulaşılabilir biri oldu. Fransa’yı temsil eden biri olarak Fransa ile ilgili maruzatı olan insanlara bizzat yardım etmekten, onları görüşme taleplerini kabul etmekten kaçınmadı. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bir Başkonsolosa ulaşabilmesi hiçbir zaman bu kadar kolay olmamıştı. Konuştuğu kişilere güven veren, karşısındakini rahatlatan bir üslubu oldu hep.Tüm bu özellikler, Başkonsolosluk düzeyinde bir mevkide her zaman ve kolaylıkla görülebilen özellikler değil.
Türkiye – Fransa belki de tarihin en zorlu döneminden geçiyor olsa bile, Bertarnd Buchwalter Fransız centilmenliği ile Türk misafirperverliği ve nezaketini aynı potada eritmiş olan kişiliği ile Türk yetkililer ve Türk otoriteleriyle hep saygılı ve yapıcı ilişkiler kurdu. Ders verici olmaktan hep kaçındı.
Herşeyden önemlisi yüksek mevkilerde olmanın sevecen ve mütevazı olmaya engel olmadığını gösterdi. İnsanlara karşı kibar ve nazik olmanın zayıflık değil Fransa’nın esas diplomatik gücü olduğunu gösterdi.
Kuşkusuz kendisi çok başarılı bir profesyonel, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda İstanbul’dan sonra da çok başarılı işlere imza atacak. Türkiye ve kendisini tanımış olan Türkler onu çok özleyecek.
Güle güle Sayın Buchwalter, yolunuz açık olsun.
A.E. Çetinçelik