Coronavirüs, Covid-19 pandemisi dünyada pek çok şeyi değiştirdi ve o “pek çok şey” asla eskisi gibi olmayacak.

Dünya ekonomisinide derinden etkileyen bu salgın bize ayrıca bir şey daha hatırlattı, eve kapanıp dizi-film izlemenin ne kadar keyifli olduğunu!

Gerek DVD koleksiyonumuzdan (sizin DVD koleksiyonunuz var mı?!) bir şeyler seçtik, gerekse internetten film-dizi izledik.

Çoğunlukla popüler diziler, filmler peşinde koştuk, bazen de nostaljik dizileri aradık, arattık. Yayınlandığında fazla dikkat çekmemiş ama kaliteli yapımları izleme fırsatımız da oldu. Kendi adıma konuşmam gerekirse The Wire dizisini pandemi sürecinde evde kaldığım zamanda izleme fırsatı buldum.

Sonuç mu ?

Evet şimdiye kadar izlemiş olduğum en etkileyici, en başarılı, en muhteşem dizi The Wire. Dizi demek doğru mu? Yoksa “belgesel”mi demeliyim?

The Wire dizisini izledikten sonra (5 Sezon) bu konuda mutlaka bir şeyler yazmalıyım dedim kendime. Sadece uzun zamandır sessiz kalmış Hutopia.net’e hareket gelsin diye mi? Hayır. Kaliteli film/dizi izlemeyi seven ve henüz The Wire’ı keşfetmemiş bir kitleye bu diziyi tanıtmanın bir sosyal sorumluluk olduğunu düşünüyorum.

The Wire dizisinin ismini ilk defa Fransa’da çok satmış olan 3 ciltlik “Vernon Subutex” romanının yazarı, Virginie Despentes’ın “Inrockuptibles” dergisine verdiği bir röportajda okudum tesadüfen.

Yazar röportajında tıpkı kendi romanı “Vernon Subutex” gibi, toplumun her kesiminden çeşitli portreler sunması açısından The Wire dizisini çok beğendiğini ifade ediyordu. Bunun dışında bu dizi hakkında fazla bir şey bilmiyordum. Sadece dizinin başrol oyuncularından Dominic West’i “Pride” filminde izlemiş ve çok başarılı bulmuştum.

Kulağa berbat klişe gelse de söylemek zorundayım, diziye başladığınız andan itibaren gerek kurgu, gerek karakterler ve oyunculuklar, diyaloglar o kadar gerçekçi geliyor ki,bir belgesel izler gibi gerçek olaylara şahit olurken buluyorsunuz kendinizi kameranın bu tarafında. Zaten başladıktan sonra, 5 sezonu bitirmeden bırakabilmeniz, ara vermeniz ve arada başka bir diziye başlamanız son derece düşük bir olasılık.

ÜNİVERSİTE SINAVINA GİRECEK ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE: LÜTFEN BU DİZİYE SINAV GİRDİKTEN SONRA BAŞLAYINIZ ! ! !

Türkçeye “telekulak” olarak çevirebileceğimiz “The Wire” bir polisiye dizisi.

Uyuşturucu var, uyuşturucu satıcıları, uyuşturucu trafiği var, polisler var, çeteler ve silahlı çatışmalar var. Uyuşturucu ticareti yapan organize suç örgütlerini çökertmek için çabalayan polis ekipleri var. Suçlıları yakalamakla değil, istatistiklerle ve kendi kariyerlerini planlamakla meşgul “amirler” var.

ABD’nin Baltimore şehrinde yaşanıyor tüm olaylar. Maryland eyaletinde bir şehir Baltimore, meşhur New York şehrine çok uzak değil.

Baltimore’un nesi meşhur ?

Sorunun cevabının (yani Baltimore’u Baltimore yapan şeyin) şehrin ve belki de dünyanın en önemli Tıp Fakültesi John Hopkins Üniversitesi değil, yüksek suç oranları, uyuşturucu trafiği ve çözülememiş cinayet soruşturmaları olduğunu öğreniyoruz diziden.

Diziyi izledikçe zaten şehri sanki orada yaşıyormuş gibi tanımaya başlıyorsunuz. Sokak ve cadde köşeleri tanıdık gelmeye başlıyor. Çok uzaklarda bir şehirde yaşanan olaylar o kadar güzel, ince ince işleniyor ki, dünyadaki tüm insancıl duyguları karakterler üzerinde o kadar samimi bir şekilde veriyor ki, hangi kültüre ait olursanız olun, dünyanın nerseinde yaşıyorsanız yaşayın, bazı olaylar size tanıdık* geliyor.

Karakterlerle duygusal bağ kurmaya başlıyorsunuz, kimilerine acıyorsunuz, kimilerine öfke duyuyorsunuz, bazılarının yağtığı işi tüm kalbiyle, inanarak, tüm varlığını ortaya koyarak yapmasına belkide imreniyorsunuz.

Amerkan toplumunun yozlaşmış yapısını seyrederken aynı yozlaşmanın her ülkede hatta kendi ülkenizde de olabileceğini düşünüyorsunuz.

Polis şiddeti, ırkçılık, protestolar, “sokaklar savaş alanına döndü” manşetleri.. ABD’de bugün yaşanan olayları anlamak büyük ölçüde The Wire’dan geçiyor.

Ülkemizde belkide tüm polis teşkilatının, silahlı kuvvetlerin izlemesi lazım diziyi, son 10, son 20 yılda ülkemizde yaşananları analiz edebilmek için.

Terör örgütü fetö yapılanmasının şifrelerine dair ipuçları bile bulabilirsiniz The Wire’da.

Spoiler vermek gibi olmasın ama dizide bir senatör Clay var, tam bir fetöcü, himmet parası topluyor! Fetöcü polisler suç örgütlerini teknik takibe almak üzere kullanılacak olan teknik donanımları ( dinleme cihazları, gizli kameralar vs..) kendilerinden olmayan herkesi takibe almak ve tehdit etmek için kullanmamışlardı ?! Ankesörlü telefonlarla haberleşme sistemini geliştirenler belki de 1. sezondan çok etkilenmişlerdi.

Meraklı olana, görmek isteyene çok şey öğretiyor The Wire dizisi. “Oyunun kurallarını”nın neler olduğunu çok iyi öğreniyorsunuz bu dizi sayesinde.

The Wire dizisini müthiş bir belgesel olarak görebilirsiniz. Ancak diziyle ilgili olarak söylenebilecek en önemli şey The Wire’ın televizyonda “sanat” yapmanın mümkün olduğunun gösterdiğidir.

İzleyin pişman olmayacaksınız.

Küçük bir not: dileğimiz ülkemizde televizyon kanallarına dizi çeken tüm yönetmenlerin bu izlemesi!