Dün, 15 Haziran Cumartesi Taksim Gezi Parkı, ?direnişin? en güzel günlerinden birini yaşıyordu. Gerçek bir panayır, bir Rock Festivali, bir tür ?Woodstock? havası vardı Gezi Parkında. Orada bulunan direnişçiler, ziyaretçiler gerçekten iyi vakit geçiriyorlardı. Akşamüstü çoluk çocuk herkes bu ortamı görmek, bu ortamın bir parçası olmak için orada toplanmıştı.

18:30 civarında, ?ana sahnede? Disk?ten eski bir sendikacı dünya tatlısı bir abi 40 yıl önce 15-16 Haziran?da yaşadıklarını esprili bir üslupla anlatıyordu. 141* ve 142* maddelerine muhalefetten Sarıyer karakoluna ifade vermek üzere gitmesi gerekiyordu. O dönemde Taksim?den Sarıyer?e gidebilmek için binmesi gereken 2 Belediye Otobüsünün numaraları 141 ve 142 imiş! Konuşmalar sloganlarla bölünüyordu. Sahne önündeki seyirci kitlesi tam anlamıyla 7?den 77?ye idi.

Seyircilerden bir başka abi ?hey Tayyip leave the kids alone? diye bağırıyordu. Yaptığı ?evrensel? espriyle yabancı basın mensuplarını güldürmeyi başarmıştı. Sevgili dostumuz Cem, Brezilya?daki basın mensupları için, buradaki direnişçilerin Brezilya?daki direnişçilerle dayanışma içinde olduğunu göstermek amacıyla yapacağı çekimlerin hazırlığını yapıyordu. Pankartı hazır, seyirci kitlesine çekim esnasında söyleteceği Portekizce sloganları bile hazırdı.


Brezilya’da “enteresan” bir şekilde çok benzer olaylar yaşanmakta.

Gezi Parkının bir başka tarafında, Gezi Otele bakan tarafta, sandviç, çay, simit, su satan seyyarlar kol geziyordu.  İspanya?dan ve Fransa?dan gelmiş olan basın mensupları burada çekim arası dinleniyorlardı. İspanyol kameraman tarihe tanıklık etmenin heyecanından olsa gerek bir ara kamerasını yere düşürdü. Kendi halinde, üstü başı pek bir özensiz bir abi bedava dağıtılan yemekten alıp sete oturmuş (kumanya peynir, domates, salatalık, ekmek ve meyve suyundan oluşuyordu) açlığını gideriyordu. Hemen arkasındaki çadırda kalan birkaç üniversiteli genç battaniyelerini silkelemek için yolun öbür tarafına geçeceklerdi ki, ?abi üstüne toz gelmesin? diye ondan müsaade istediler ve sonra dönüşte ona ?afiyet olsun abi? dediler.

Hiç kimse çöpünü ortada bırakmıyordu, ağaçların dibindeki çöp torbalarına sigara paketlerinin jelatinini bile atıyorlardı. Aynı sette oturanlar arasında bu anı ölümsüzleştirmek için birbirinin fotoğrafını çeken arkadaşlar, 5 TL?ye köfte ayran almış, 2 İspanyol turist kadın da vardı. ?Bomonti? biralarını yudumlayan 2 orta yaş grubu arkadaş gecenin ilerleyen saatleri için program yapıyordu.

Sarı rengi rasta saçları olan uzun ve aşırı ince abi çöp torbalarındaki teneke kutuları topluyordu.    

Toplumun bir araya gelmesi tam anlamıyla ?imkansız? olan katmanları birbirleriyle dostça tarifi zor bir dayanışma ve herkesin birbirini ?olduğu gibi? kabul etme havası parkın her bölümünde görülebiliyordu. Milli Futbol takımımızın çok güçlü bir ulusal takıma karşı kazanılmış büyük bir ?zaferinden?, Galatasaray?ın Arsenal?i penaltılarla yenerek UEFA şampiyonu olmasından (sahi bütün toplumu kaynaştıran büyük bir zafer en son ne zaman yaşadık??!) beri gençlerin kendi ülkeleriyle gurur duydukları, iftihar ettikleri böyle bir atmosfer muhtemelen uzun zamandır hatta belki de hiç yaşanmıştı.           

Gezi Parkı?nın dışarı yani Marmara Oteline bakan merdivenlerinde boş yer bulmak imkansızdı. Teyzeler, amcalar, ağabeyler, ablalar, çocuklar, torunlar merdivenleri doldurmuştu. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı tarihinde belki hiç bu kadar puset görmemişti. Kalabalık ?bir şeyler olacağını? duyduğundan mı yoksa keyifli bir akşam geçirmek için mi toplanmıştı, meydanda Bulgar televizyonundan genç spikerin şaşkın bakışlarında bu soruyu görmek mümkündü.  

Böylesine güzel bir atmosfer daha ne kadar sürecekti, sürebilirdi? Matrix?teki kahinin söylediği gibi ?başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır? düşüncesini aklımızdan çıkarmaya çalışıyorduk.

20.55?te yapılan ?cılız? anonslardan sonra polislerin ?mesaisi? başladı. Merdivenlerdekilere ?renkli? bir su püskürtmeye başladılar. Amaç tabi ?yasal olmayan bir eylemi? sonlandırmaktı. Uyarılara uysaydı vatandaş müdahale olmayacaktı diye düşünebiliriz ama bu gerçeği yansıtmazdı. Kolluk güçleri müdahaleye ?çoktan? karar vermişti. ?Devreler? aralarında gece nöbetleri konusunda çoktan anlaşmıştı bile. Direnişin birinci gününden sonra polisler ilk defa Gezi Parkı?na girdi.  Olayların başlamasıyla, Meydanda toplanmış kalabalık arasında bazı insanlar gerek yerli gerek turist ?bu kadar adrenalin bize yeter? edasıyla kapanmak üzere olan metro kapısında soluğu aldılar. Havayı biber değil ama portakal gazı çoktan kaplamaya başlamıştı bile.  Metronun çıkışında daha doğrusu girişinde tam da metronun kepenkleri kapanmak üzereyken bir abi hamile olan eşine ?sen şimdi eve git, ben sonra dönücem, beni merak etme? diyordu, sözlerinde ?ben dünyayı kurtarıp gelicem? havası vardı.  Abinin gözlerindeki kararlılık karşısında hamile eşi ?peki tamam? dışında başka bir şey diyememişti. 

Polisler de görevlerini yapıyorlardı tabi. Onlarda ?emir kulu? idi. Yaptıkları onlara verilen emirleri yerine getirmekti(!). (Nürnberg Mahkeme tutanakları da Nazi subaylarının ?biz sadece bize verilmiş olan emirleri yerine getiriyorduk? ifadeleriyle dolu ama o apayrı bir konu)

Bu aşamada anlaşılması güç olan husus, görevini yapan polislerin, Gezi Parkı?nı boşaltırken, verilen emirleri yerine getirmenin ötesinde ?öfke dolu? ve ?hınçla? verilen emirleri yerine getirmeleriydi. ?Entel bamyaların? çadırlarını sökerken ve etrafa gaz püskürtürken ? bazı polisler gaz bombasını havaya ateşlemek yerine maskesi ve bareti olan herkese ? bazen de maskesiz ve baretsiz olanlara- doğrudan nişan alarak ateşliyordu. Müdahalenin başlamasından yaklaşık yarım saat sonra Gezi Parkı?nın ?sterilizasyonu? tamamlanmıştı. Püskürtülen ?direnişçiler? Divan Oteli, Harbiye, Elmadağ tarafına kadar geriledikten ve gazın etkisini atlattıktan sonra daha öfkeliydi. Sloganlar havada uçuşuyordu. Ama en mantıklı davranış belki de ?eve dönmekti?. Polislerin ?en iyi savunma hücumdur? taktiğini aldıkları her hallerinden belli oluyordu.


Divan Otel’in içine Gaz Bombası


Hilton Otel’inde Polisin Protestocu Avı

Müdahale haberini alan ve evlerinde ?enerji toplamış? olan gruplar çoktan Taksim istikametinde yola çıkmışlardı. ?Devrelerin? gece mesaisi uzayacağı kesinleşmişti. Yeni barikatlar kurulacak, yeni çatışmalar yaşanacaktı. Devlet yetkililerinin basın açıklamalarını televizyonda seyredebilecektik. Toplumun bir kesimi belki de müdahaleden ve ?marjinal grupların? ve ?çapulcuların” iyi bir ders almasına seviniyor olabilir, hatta aktarlar da ?kına? stokları çok kısa bir sürede tükenebilir.  

Ama kesin olan başka bir şey vardı, Gezi Parkı?ndaki ?yasa dışı eylem? polisin müdahalesi sayesinde sonlamış, Park?taki o atmosfer belki de bir daha geri gelmemek üzere bitmiş olabilirdi. Ancak o atmosferi paylaşmış insanlar bunu asla unutmayacaktı. ?Yasa dışı? hiçbir şey yapmadıkları halde ?düşman? muamelesine maruz kalmışlardı. O ?ütopik? ortamı yerle bir ederek hiçbir şekilde bir ?zafer? kazanılmamıştı. Ne de olsa hayalleri olan insanlara ?her yer Taksim?di.

Gezi Ruhu playlistimizin son şarkısının ?If You Tolerate this than your Children will be next? (eğer buna müsamaha gösterirsen, sırada çocukların var)  Cumartesi akşamı Gezi Parkı?ndan püskürtülen insanların genel ruh halini yansıtacağını bilemezdik.

Ama unutulmaması gereken bir şey var : ?Bir parti son şarkı çalmadan asla bitmez!?